Route 66: Las Vegas’tan Kaliforniya’ya
- groundedreamer
- 7 Eki
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 12 Eki
Bu yazıda sizi, en keyif aldığım seyahatlerden biri olan harika bir rotaya götüreceğim. Baştan söyleyeyim; yazıda Route 66 deneyimiyle ilgili “her şeyi” bulacağınızı vaat etmiyorum. Zira bu rota oldukça uzun -yaklaşık 3.940 km- ve tek solukta tamamlanabilecek bir yol değil. Ben bu yolun seçtiğim bir bölümünü, bir haftalık detaylı planımı da içine alacak şekilde en güzel ayrıntılarıyla paylaşacağım. Hazırsanız başlayalım.

Önce biraz tarih…Route 66’nın temeli, 1913-1926 yılları arasında inşa edilen Ulusal Eski Karayolu ve Demiryolu hatlarına dayanıyor. O dönem bu yollar posta taşımacılığı, ticaret ve batıya göç için kullanılıyordu. Amerika’nın Orta Batı eyaletlerini Batı Kıyısı’ndaki Kaliforniya’yla bağlayacak modern bir karayolu ağı oluşturmak ve ekonomik gelişimi desteklemek amacıyla, 1926 yılında Route 66 resmi olarak açıldı. Chicago’dan Los Angeles’a uzanan bu yol, eski yolların çoğunu kapsayacak şekilde yeniden asfaltlandı ve kısa sürede Amerika’nın yolculuk kültürünün efsanevi simgesi hâline geldi.

Arizona ve New Mexico rotasında, yol Needles’den başlayıp Kingman, Seligman, Williams, Flagstaff, Tolchaco, Holbrook ve Gallup üzerinden devam ediyor. Kingman, 1930’larda yolun bakım ve işletmesinde kritik bir durak; Seligman klasik Route 66 kasabalarının ruhunu koruyan, nostaljik bir durak olarak öne çıkıyor. Williams ve Flagstaff, hem konaklama hem de Grand Canyon turizmi için önemli noktalar sunuyor. Holbrook ve Gallup ise nostaljik motelleri, tarihi benzin istasyonları ve göç kültürünü yansıtan simgesel yapılarıyla yolculuğun ruhunu hâlâ yaşatıyor; ancak diğer kasabalara göre turistik rotalarda daha az biliniyor.

Route 66, 1985’te eyaletlerarası otoyolların yaygınlaşmasıyla resmî otoyol statüsünü kaybetmiş olsa da, özgürlük ve keşif ruhunu yaşatan, Amerikan yolculuk kültürünün efsanevi bir simgesi olmaya devam ediyor.

Birinci Gün: Las Vegas
İlk iş olarak kiraladığımız arabayı hızlıca teslim almamız gerekiyor. Aşırı heyecanlıyız; yıllardır hayalini kurduğumuz ve aylarca planladığımız Amerika araba seyahati başlamak üzere! Araba konusunda, üstü açık bir Mustang ile Amerikan rüyasını tam anlamıyla yaşayabilirsiniz. Yine de model fark etmeksizin önerim, özgürlükler ülkesi Amerika’nın ruhuna uygun olarak kırmızı olanı tercih etmeniz; böylece önünüzdeki keyifli yol macerasının hakkını tam anlamıyla verebilirsiniz :)
İkinci yapmanız gereken - geldiğiniz yerin yerel saatine göre en iyi ihtimalle birkaç saatlik bir zaman farkı yaşayacağınızı göz önünde bulundurarak - dinlenmek değil, zamanı iyi değerlendirmek! Bu küçük gibi görünen şehirde gezilecek çok yer var. Hele ki bir kumarhane ziyareti planlıyorsanız, zamana daha çok ihtiyacınız olacak. Gücünüzü toplamak için hemen en yakın In-N-Out şubesine uğrayın. Keşke Amerika dışında da olsa dediğim, lezzet olarak Five Guys ile Bleecker Burger arasında bir yerde; oldukça iyi ve uygun fiyatlı bir seçenek.
Yemek sonrası, koca bir lunaparka benzeyen bu şehri keşfetmeye başlayabilirsiniz: The Strip boyunca otelleri gezin, ünlü Fountain Show’u izleyin, Fremont Street’teki ışık ve gösterileri görün, The Sphere’yi keşfedin ve tabii ki ikonik Las Vegas tabelesinde fotoğraf çekmeyi unutmayın.

İkinci Gün: Las Vegas’tan Grand Canyon’a
Biz sabah Las Vegas'tan çok erkenden yola çıkıp, sabah kahvemizi yolda girdiğimiz, Amerika dışında yaşayanlar için büyük bir deneyim olan o meşhur benzin istasyonlarından birinden aldık. Önce paranızı ödüyorsunuz, sonra kendi benzininizi dolduruyorsunuz. Yola çıkar çıkmaz o yavaşlık ve ardından gelen sakin hava sizi rahatlatıyor; böylece uzayıp giden yollar arasında dört saatin nasıl akıp geçtiğini fark etmiyorsunuz.
Grand Canyon bölgesinde ilk rotamız Horseshoe Bend oluyor; ufak bir yürüyüşle manzaraya ulaşıyorsunuz. Sonrası ise büyük bir hayranlık: Bir süre etkilenip öylece hareketsiz kaldığımı hatırlıyorum. Zaman kaybetmemek için öğlene doğru, rezervasyon yaptırdığımız Lower Antelope Kanyon turumuza yetişmek üzere yola çıkıyoruz. Bu harika doğa olayını -kanyonların oluşum süreçlerini- usta rehberimizin görüntülü anlatımı sayesinde aklımıza kazıyoruz. Rehberimiz ayrıca bu bölgenin son 10 yılda Instagram sayesinde aşırı popüler hale geldiğini söylüyor; şaşırmıyoruz... Tabii, Petra’yı görmüş biri olarak Lower Antelope bende, yakın bir etki yaratamıyor. Siz bu zamanı, Grand Canyon’un bir girişini gezmek için de kullanabilirsiniz, ya da zamanınız kısıtlı değilse hepsinin tadını ayrı ayrı çıkarabilirsiniz.

Üçüncü Gün: Williams - Seligman - Kingman - Joshua Tree
Bir önceki gece kanyon turunun ardından Seligman’da konaklıyoruz, ancak bu yerlerin her birini ayrı ayrı anlatmak istediğim için ayrı bir başlıkta detaylandırıyorum.
Williams, daha çok Grand Canyon tarafına yakın, adeta küçük bir Vahşi Batı kasabası. Önünde şerif heykeli olan bir sürü hediyelik eşya dükkanı ya da iki yandan sallanan tahta kapılardan kovboylar çıkacakmış gibi hissettiren onlarca benzin istasyonu görebilirsiniz. Buradan ayrılmadan, Pine Country Restaurant’ta harika klasik bir Amerikan pot roast with baked potato, yani fırında pişirilmiş et ve fırınlanmış patates yiyoruz.

Seligman, Williams’tan sonra sizi kovboy kasabası havasından çıkaran, hediyelikçilerin tek bir yere toplanmadığı, daha sakin bir kasaba; Amerikan motel filmlerine ışınlandığınız ve tam da bu motelleri sayesinde en sevdiğim kasaba. Yol üzerinde ilerlerken sağlı sollu birçok motel ve araba tamircisinin yanı sıra, kendi halinde işlerle uğraşan yerli halkın günlük yaşamını izleme fırsatı bulabilirsiniz.

Seligman’dan Joshua Tree’ye giderken gün içinde Kingman’a uğruyoruz. Burası Route 66 Müzesi (Visitor Center) ile öne çıkıyor ve Amerika’nın ikonik karayolu kültürünü, özellikle Route 66’nın tarihini ve etkilerini sergiliyor. Müze birkaç bölümden oluşuyor: Tarihi belgeler ve fotoğraflarla yolun gelişimini anlattığı kısım (başlangıçta tarihçe kısmında kullandığım fotoğraflar da buradan), klasik otomobiller ve dönemin benzin istasyonlarıyla nostaljik bir yolculuk yaşattığı bölüm ve yerel halkın hikâyeleri ile eski otellerin tarihçesini aktardığı alan.

Yavaş yavaş kasabalar bölgesinden çıkıyoruz. Joshua Tree’ye ilerliyoruz. Burası, gece kalacağımız lokasyon. Çöl ortamında kaktüslerle bir konaklama deneyimi için tercih ediyoruz. Bölgenin hemen güneyinde Saguaro kaktüslerini görebileceğiniz Ulusal Park var; dilerseniz 3 saat daha araba sürüp buraya gidebilirsiniz ya da bizim gibi merkezde görebildiğiniz diğer kaktüslerle yetinip kalan zamanınızı merkezdeki eski Amerikan publarını deneyimlemek için kullanabilirsiniz. 60-70 belki 80 yaşlarındaki, saçları boyalı, barda birası eşliğinde arkadaşlarıyla sosyalleşen amcaları sanki bir film setindeymiş gibi izliyoruz.

Dördüncü Gün: Joshua Tree’den Los Angeles’a
Sabah Joshua Tree’den yola çıkarak Hollywood’un ışıltılı dünyasına doğru ilerliyoruz. Burada çöl ve eski ikonik kasabaların havasını son kez soluyacağınız, son iki saatlik yolun içindesiniz.

Los Angeles’a gelince önce merkezi Union Station ve El Pueblo’yu görüyor, ışıltıdan uzak kalmış bölgeleri keşfediyoruz. Ardından Walk of Fame, Dolby Theatre, Universal Studios ve ünlülerin milyon dolarlık malikânelerinin sıralandığı Beverly Hills bölgesini geziyoruz. Modern sanatın önde gelen müzelerinden The Broad ve LACMA’ya da uzun zaman ayırmanızı öneririm; bunun detaylarını başka bir yazıda anlatmayı planlıyorum.

Beşinci ve Altıncı Gün: Los Angeles sahil kasabalarını keşfe devam; Santa Barbara ve Carmel-by-the-Sea
Baştan söyleyeyim, sadece bu rota için bile günler ayırabilirsiniz. Biz sıkıştırılmış bir programla Venice Beach, Santa Monica, Malibu, Manhattan Beach, El Matador ve sonrasında Santa Barbara’yı gezdik. Santa Monica aynı zamanda Route 66’nın batı ayağının bittiği yer; burada mutlaka bir veda fotoğrafı çektirin.

Santa Barbara, sakin ve romantik bir sahil kasabası; gittiğiniz hemen her restoranda el ele göz göze aşıkları görebilirsiniz. Palmiyeler arasından uzayıp giden sahili boyunca yürüyüş yapabilir, yerel restoranlarda yemek yiyip şarap tadımı yapabilir ve küçük butiklerde alışveriş yapabilirsiniz. En az bir gece konaklarsanız, kasabanın kendine has ruhunu daha iyi deneyimlersiniz.

Carmel-by-the-Sea, bu sahil rotasının en kuzeyinde, San Francisco’ya varmadan önce konumlanıyor. Burasının da harika bir sahil şeridi var. Konaklamayı tercih ederseniz, brunch’ı yerel restoranlarda yapmak, yerel şarapları deneyimlemek, günün ilk saatlerini dalışa ayırmak veya akşamüstü yerel mağazalarda alışveriş yapmak, yapılacaklar arasında öne çıkan aktivitelerden.

Yedinci ve Sekizinci Gün: Bonus San Francisco
Bir haftalık harika bir deneyimin ardından, son durağımız olan Carmel-by-the-Sea’den San Francisco’ya doğru yola çıkıp önce arabamızı teslim ediyoruz.

Route 66 rotasının dışında kalan bu şehir, bonus bir deneyim olarak listenizde olsun. İki gün boyunca San Francisco’nun tadını çıkarabilir; Lombard Street’te yürüyebilir, tarihi ikonik tramvaylara binebilir, Painted Ladies’i görebilir, Fisherman’s Wharf’ta vakit geçirebilir, North Beach’te (Little Italy) dolaşabilir, Haight-Ashbury ve Mission District’i keşfedebilir, Twin Peaks’ten manzarayı izleyebilir ve Chinatown’da lezzetli deneyimler yaşayabilirsiniz. Burada ayrıca bir parantez açmak isterim: San Francisco Chinatown’u, şimdiye kadar gördüğüm Chinatown’lar arasında özgünlük ve kalite açısından en iyisi; yolu düşenlerin mutlaka birkaç saat ayırıp burada yemek yemelerini öneririm. Ayrıca Amerika’nın ikonik modern sanat müzesi SFMOMA’yı da listenize eklemeyi ve dönmeden önce alışveriş listenizi son kez kontrol etmeyi unutmayın.
Yorumlar