top of page

Göçmenlik Üzerine: Yeni Bir Ülkede Hayata Tutunmak

  • groundedreamer
  • 17 Eki
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 19 Eki

Göçmen olma hâli; doğduğu ve büyüdüğü ülkeden başka bir ülkede yaşamamış, dolayısıyla göçmen olma psikolojisini deneyimlememiş olanların çok da anlayamadığı, ancak yaşamış olanlar için alışması epey zorlu olan, denize ne zaman bağlanacağı ya da bağlanıp bağlanamayacağı meçhul, o derin, soğuk akarsu. Bildiğim yerden konuşmak gerekirse, bir yetişkin için, göçmenlik sürecini büyük bir değişim ve adaptasyon süreci olarak tanımlamak mümkün. Birebir yaşadığım bu durumu, yakın çevremde deneyimleyen kişilerin çıkarımlarını da derleyerek mini bir “göçmenlik dosyası” açmaya karar verdim. Hazırsanız başlayalım!


ree

Göçmenliği, tarihsel anlamda siyasi, ekonomik ve kültürel göçler olmak üzere çeşitli kategorilerde toplayabiliriz. İnceleyeceğim grup hem ekonomik hem kültürel göçün içine girdiği: iş fırsatı odaklı göçler. Hangi amaçla yola çıkılmış olursa olsun, temelde her bir grup için; yediğiniz yemeğin tadından tutun ülkenin trafik kurallarına, bürokrasi süreçlerine, toplumun sosyal ve kültürel tercihlerine kadar hiçbir şeyin öncekiyle aynı kalmadığı, irili ufaklı büyük bir değişim sürecinden bahsediyoruz.


Modern dünyada pek çok toplumda göç etme hâli, “daha iyi bir yaşamın” sembolü olarak algılanır. Bunun doğru tarafları hayli fazladır; ancak tamamen olumlu getirilerine odaklanıp dışarıdan konuya bakanlar, göç edenin yaşadığı olumsuzlukları göz ardı ederek, ülkesinde özlediği şeyler/ilişkilerle ilgili yorumları “uzaktan memleket güzellemesi yapmak” olarak değerlendirebilir. Oysa göçmenlik, başlangıçta büyük bir yalnızlık eşliğinde, insanın en temel ihtiyaçlarından biri olan aidiyet duygusundan ve köklerinden uzaklaşarak, belki de tanıdık tek bir yüzün bile olmadığı yeni bir ülkede, bambaşka kökler salmaya çalışmasıdır. Elbette, nereden nereye göç ettiğiniz ya da derinlerinde bahsettiğim köklere ne kadar bağlı biri olduğunuz, yaşayacağınız çeşitli duygu durumlarının etkisini azaltabilir ya da artırabilir.


ree

Her zaman gittiğiniz bakkaldan yumurta ya da en sevdiğiniz kahveciden kahve alırken yapılan ayaküstü sohbetlerden; cevabın çok da merak edilmediği “Bugün nasılsınız?” sorusu ötesinde bir bağ kuramadığınız, yeni marketler veya kahvecilere geçiş yapmaktır. Restoranda yemek ne söylesek diye kararsız kaldığınızda, damak tadınızı bilme ihtimali hayli düşük olan garsonun önerisini almak istememek; sokakta yürürken kendi dilinizi konuşan insanların günlük koşuşturmalarını, geçmişiyle empati kuramadığınız yeni insanların koşuşturmalarıyla değişmektir. Yakın tarihine şahit olmadığınız bir ülkenin özel günlerinde o ülkenin millî duygularına eşlik edememek; yeni edindiğiniz arkadaşlarınızla aklınıza gelen o anlık şakaları paylaşamamak; en yakın arkadaşınız bir telefon uzağında da olsa “Cuma akşamı bizim restoranda buluşalım mı?” diye sözleşememek, ya da acil durumlarda birazdan ailenizin, sevdiklerinizin yanında olamamak… Günün sonunda, bu uzayıp giden listelerin sizde yarattığı duygusal iniş çıkışlar ve temelde henüz içi doldurulamamış yüzeysel ilişkiler nedeniyle, her ülkenize gidip döndüğünüzde bir kez daha aidiyet karmaşasına girebilirsiniz.


ree

Saydıklarıma, ekonomik nedenli göçlerde, bir de ülkedeki varlığınızı korumak için tutunmak zorunda olduğunuz yeni iş ortamının getirdiği kaygı ve stres eklenir. Kaç yaşından sonra kendinizi iş hayatında yeniden kanıtlamaya çalışmak ve bugüne kadar edindiğiniz onca referansın, yeni girdiğiniz iş ortamında size katkı sağlayamaması da cabası. Eğer mevcutta bir iş üzerinden göç etmediyseniz (bu genelde ailesiyle göç edenlerin karşılaştığı bir durumdur; eşlerden birinin kariyer fırsatı nedeniyle göç edilir) iş ararken kariyerinizin en başında sorulan “Kaç senelik tecrübeniz var?” sorusuna benzer şekilde, ''Bu pazarda kaç senelik tecrübeniz var?'' ve benzeri sorularla karşılaşabilirsiniz. Günün sonunda, bunların hepsi büyük bir özgüvensizlik, eksiklik ve başarısızlık hissi yaratıp insanı, içine girilen kültürü ve çevreyi karşılıklı olarak kabul edip etmeme ayrımına getirebilir.


Modern dünyada, yukarıda saydıklarımın bazılarını “Zaten kendi ülkemde de yaşamıyorum” diye düşünebilirsiniz. Sonuçta artık her sabah uzun sohbetler eşliğinde bakkaldan alışveriş yapmıyoruz ya da yakın sosyal çevremizde aynı dili konuştuğumuz insanlarla anlaşmak bile bazen zor olabiliyor. Derinlemesine bağlar kurmuyor, insan ilişkilerine daha az zaman ayırıyor, çoğu işimizi çevrim içi olarak hallediyoruz. Ancak bunların hiçbiri, yakın geçmişimizde yüz yüze kurulan o samimi, içten ve bir karşılık beklemeden kurulan bağların insanı nasıl iyi hissettirdiği gerçeğini değiştirmiyor. Göçmenlikte ise bu bağlara duyulan ihtiyaç çok daha gün yüzüne çıkıyor.


ree

Peki, “Hiç yok mu, bu göçün olumlu yanları, bize katkıları?” derseniz, burada da en az yukarıdakiler kadar geniş bir liste sıralayabilirim size. Konuya uygun olarak bir atasözü ile başlamak ve her şeyden önce “Bir dil bir insan, iki dil iki insan” demek isterim! İlla gittiğiniz yerde yeni bir dil öğrenmeyi kastetmiyorum; ana dilinizden farklı bir dilde günlük hayatı yaşadığınız ve o dilin inceliklerini öğrendiğiniz her senaryo için geçerlidir bu durum. İngilizce ya da İspanyolca bilmek ile bu dilde yaşamak epey farklı şeyler yani. Yabancı dil seviyeniz ne kadar iyi olursa olsun, başlarda özellikle duygularınızı ifade etmekte zorlandığınız bu dil, zamanla sadece işinizi görmekten öte, oradaki insanlarla geliştirdiğiniz iletişimlerden de besleniyor. Hayatınıza giren, sizden başka coğrafyalarda yetişmiş bir sürü insanın düşünce dünyasını, kültürel kimliğini ve bakış açısını görme şansınız oluyor. Daha önce sizin için haritada bir nokta olan, belki o güne kadar sayılı kez bulunduğunuz, belki hiç bulunmadığınız o ülkenin sosyal, kültürel ve ekonomik dinamiklerini yakından tanıma ve anlama fırsatı elde ediyorsunuz. Şanslıysanız, ortak paydalarda buluşabildiğiniz kalıcı arkadaşlar katıyorsunuz hayatınıza. Onlardan hayat, genel kültür ve farklı dünya görüşlerine dair çok fazla şey öğreniyorsunuz. Sosyal ilişkiler ve hayatın işleyişinde pek çok alanda, yeni ülkenin süreçlerine ayak uydurmak başta sizi zorlasa da, sonrasında bu süreçlerin üstesinden gelebilmenin verdiği öz güven, ileride karşılaşabileceğiniz pek çok zorluğa karşı ayaklarınızı daha sağlam yere basar yapıyor.


ree

Her birimizin evde hissetme durumu ya da ev tanımlaması mutlaka farklıdır; ama ev olarak tanımladığımız o güvenli alanlarda belli başlı ortak paydalar var. Sanırım zamanla hissedilen “tanıdık bir semtte olma” duygusu dışında, kaybettiğimiz veya uzak kaldığımız bağların yerine, aynılarını olmasa da benzerlerini kurup yeniden kök salmamıza imkân veren ilişkiler ve sosyal oyun alanları yaratabilmek, belirleyici oluyor denize bağlanmamızda. İlk günden yanınıza alamadığınız çok sevdiğiniz kitaplarınızı, aile evinde özenle paketlenmiş bekleyen tablolarınızı, fotoğraf albümlerinizi ya da bir sürü anısı olan hediyelik eşyalarınızı yeni evinize taşımaya karar verdiğinizde; ve uzun zaman sonra, yine o vedalardan birinde sevdiklerinize “hoşça kal” deyip havaalanına geçerken gözleriniz bir öncekiler kadar dolmadığında, hayat size ilk sinyallerini verir: tebrikler, hiç bitmeyecek göçmenlik serüveninizde “adaptasyon evresini” tamamlayıp bir sonraki aşamaya geçtiniz!


Yorumlar


bottom of page